Bazı kararları alabilmek için çok düşünmek gerekebilir.
Enine boyuna hesaplar yapıp, artılarını ve eksiklerini masaya yatırmak kimine iyi gelebilir.
Ancak ben hayatımın hiçbir döneminde bu şekilde yaşayamadım.
Bu sebeple çok pişmanlıklarım oldu filan diyerek devam etmeyeceğim elbette.
Hayatımda hiçbir pişmanlığım yok.
Pişman olacağım şeyler biriktirmiyorum ardımda.
Hatalarım tecrübelenmemi sağlıyor.
Nasıl olur da bana tecrübe katan olayları ve olguları birer pişmanlık olarak tanımlarım?
Bazı kararları alabilmek için çok düşünmek gerekebilir.
Ancak dedim ya ben çok düşünmem.
Birkaç yıldır gördüğüm her yerde Sinan Fakir’e şakayla karışık laf atıyordum.
Kendisi Kocaeli Dağcılık ve Doğa Sporları Kulübü’nün kurucularından.
İzmit Belediyesi Basın Yayın Birimi’nde Ak Parti’den günümüze kadar istikrarla çalışan ender isimlerden.
Birkaç defa Ballıkayalar ve benzeri yerlere davet etmişti ancak bana uymadı.
Geçtiğimiz hafta 27’sinde “Erciyes Zirve deneyeceğiz, gelir misin” dedi.
Birkaç dakika sonra telefonu kapattım, gerekli malzemeler için arayışa başladım.
Baktım, hiçbirini anlamadım.
Hayatıma kaldığım yerden devam ettim.
25’i akşamı Sinan abi tekrar aradı.
“Hazırsın değil mi” diye sordu.
Pek çabuk unuttuğum Erciyes seyahati aklıma geldi.
Kocaeli’de dağcılık ürünlerini alabileceğiniz kaliteli bir mağaza yok.
İran ürünleri satan bir mağaza var sanırım, ancak o da çok yetersiz.
Dağcılık malzemesi alacaksanız İstanbul’a gitmek zorundasınız.
Bu işin kalbi Karaköy imiş.
Arabalı vapurdan inip koşar adım Sirkeci’den Eminönü’ne oradan da Karaköy’e geçtim.
Girdiğim ilk mağaza Atlas Outdoor idi.
İkinci bir mağazaya girmeyecektim.
Tozluk almak için Sportura’ya girdim.
Her iki mağazada da çok iyi karşılandım.
Sadece dağcılık sporu ile ilgilenenler değil, kamp için Yuvacık’a çıkacak olanlar dahi bu iki mağazayı ziyaret edebilir.
İnternet sitelerinden alışveriş yapabilir.
Uzun atlama yok.
Çok ilgililer.
Öncelikle ben dağcılık nedir bilmeyen bir insanmışım bunu not edin.
Çünkü bu yazıyı okuyanların çok büyük bölümü de dağcılık nedir bilmiyorlar.
Öyle yılda birkaç defa İnönü Yaylası’nda, Paşasuyu’nda, Erciova’da çadır kurup kamp yapmakla uzaktan yakından alakası yok dağcılık sporunun.
Az önce yazı girişinde de Erciyes seyahati diyerek bahsettim.
Bu işin uzaktan yakından bir seyahatle alakası yok.
Ve bizim 18 kişilik ekip ile hafta sonu gerçekleştirdiğimiz gibi gerçekleştirilmemesi gerekiyor.
*
Benim dağcılık denince anladığım şey aslında doğa yürüyüşü imiş.
“Ben ne ovalarda kamp kurdum, saatlerce yürüyüş de yapıyorum. Bir dağa mı çıkamayacağım” diye düşünüyordum.
Çıktım.
Ama sürünerek çıktım.
Bugün dahil birkaç gün kendimi toparlamam, iyileşme sürecinden geçmem gerekiyor.
*
Bugüne kadar dağcılık nedir bilmiyordum.
Çok sert bir spor olduğunu Erciyet tırmanışı yüzüme tokat gibi vurdu.
Öncelikle “Ben zirveye çıkıyorum” diyerek sırtladığınız bir sırt çantası, yanınıza aldığınız herhangi bir çadır ve uyku tulumu ile elinizi kolunuzu sallaya sallaya yola çıkmamanız gerekiyor.
Sinan Fakir çok deneyimli, evet.
Ama bize uzun uzun anlatmak yerine dağcılığın ne kadar olduğunu göstermek için biraz kendi başımıza bıraktı.
Ben yanıma 2 litrelik bir termos içerisinde filtre kahve, 5 litre su, 5-6 kiloluk bir çadır, 2 kilogramlık uyku tulumu, ve daha nice gereksiz şey alarak yola çıktım.
Düşünün ki yanımda deodorantım ve parfümüm dahi vardı.
Leman, Uykusuz, Kafa dergileri, küçük bir kitap…
Kamp için aldığım bıçak, balta, çoklu çekiç ve testere seti…
Şu an yazarken dizim zonkluyor.
27’si akşamı minibüse atladık yola çıktık.
Sabah saat 7.30 gibi Kayseri’deydik.
Kahvaltı mekanının açılmasını bekledik, bir şeyler yedikten sonra markete girdik.
10’a yakın protein bar, büyük paket fındık, kaju, kuru incir, 4 adet konserve ton balığı, belki kahvem biter diye 10 paket tek kullanımlık filtre kahve seti aldım.
Tekrar minibüse bindik ve Erciyes kayak merkezine gittik.
Hisarcık Kapı’dan teleferiğe bindik.
Kendi adıma “Bu kadar basit mi olacak” diye düşünmeye başladım.
Biz ne biçim dağcılardık?
Teleferiğe binen dağcı mı olurdu hiç?
Teleferikten indik.
Fethiye Caddesi yokuşu kadar bir mesafeyi, Santral Yokuşu eğiminde çıktıktan sonra vücudumun bu yaşıma kadar hiç kullanmadığım eklemleri bana ‘merhaba’ dedi.
Henüz 10 dakika yürümemiştik ki mola talep etmeye başladım.
Yürümek diyorsam tırmanmak olarak algılayın siz.
Kaya tırmanışı değil bu yalnız, anlattığım ve anlatacağım güzergahtaki en normal eğim bizim Santral Yokuşu, öyle canlandırın gözünüzde.
Sert eğimlerde ayakta durmakta zorlanıyor, 10 metre yukarı çıkmak için zikzak çizerek 100 metre yol gidiyorsunuz.
Teleferikten bir 10-15 dakika sonra telesiyeje bineceğiz ve bizi Çobanini olarak adlandırılan bölgenin yakınına çıkaracak.
Daha sonra 1.5 kilometrelik yürüyüş ile Çobanini’nde uygun bir alana kamp kuracağız.
Bize anlatılan bu.
Fakat o da ne?
Telesiyej çalışmıyor.
Sırtımda hiç yoksa 40 kilo yük.
Arkada dev çanta, önümde ayrı bir çanta lay lay lom başladığım Erciyes seyahati bir anda dağcılık sporuna evriliyor.
Kamp alanına varana kadar 4-5 defa mola veriyoruz.
Ama ne mola vermek…
Her molada beşlik simit gibi atıyorum kendimi yere.
Ölü taklide yapıyorum adeta.
Mola bitiyor.
2 kişinin yardımıyla zor yükleniyorum yüklerimi.
Sadece ben değil, grubun neredeyse tamamı böyle.
Uzun süren yürüyüşün ardından Çobanini’ndeki kamp alanına geliyoruz.
Öyle istediğiniz yere çadır atmanı mümkün değil.
Burası bir volkanik dağ.
Tek bir ağaç gölgesi yok.
Bitki türü sabit; diken!
Yıllar boyu zirve tırmanışına gelenler çadırlar için yer oluşturmuş.
O alanlara çadırınızı kuruyorsunuz.
Güneş tepede.
Erciyes’e gelmeden hemen önce bize aktarılan programa göre çadırlarımıza yerleşip kısa bir dinlenmeden sonra karda kazma kullanımı ve yuvarlanma pratiği yapacağız.
Ancak herkes benim gibi grupta.
Dağcılık sporu yapmaya değil, doğa yürüyüşüne gelir gibi gelmişler.
Yanında makarna getiren de var, domates, salatalık getiren de…
Herkesin çantası içi taş doldurulmuş birer yük yığını.
Saatlerce sırtımızda taşıdığımız o yük bırakın pratiği, kibarlıktan karşılaşınca bir ‘merhaba’yı bile çok güç kılıyor.
Dağılmış haldeyiz.
Pratik yerine Sinan Fakir ‘kazma nedir, nasıl kullanılır’ onu anlatıyor bize.
Dinleyip çadırlara geçiyoruz.
28’i böyle bitiyor bizim için.
29’u sabah saat 02.00’de uyanıp hazırlanıyoruz.
Çadırlar ve gereksiz malzemeler kamp alanında kalacak.
Ufak birer çanta ile zirve tırmanışına geçeceğiz.
Ancak yanımızda krampon denen bir illet var.
Kar tırmanışı için şart.
Kar Erciyes’in sırt hattında yok.
Ancak hörgüç denen son 200 metrede epeyce var.
Bu sebeple 2-3 kiloluk kramponları ve kazmaları yanımıza alıyoruz.
Bendeniz kahve tutkunuyum ya, yanıma 2 litrelik termosumu da alıyorum.
2 litre de su alıyorum.
Biraz protein bar, bir paket kuru incir ve bir paket fındık.
Oh ne güzel.
Sanki dün yerlerde sürünen ben değilim.
Fakat şöyle düşünüyorum, “Benim sırtımdaki ana çantam ağırdı. Sadece çanta 2.5 kilo kadar vardı. Onu bırakıp küçük çantaya geçiyorum. Nasılsa taşınır. Uzun uzun yürüyeceğiz, ne olacak ki?”
Yine 15-20 dakika sonrasında mola diye inlemeye başlıyorum.
Bütün güzergah boyunca çantamı bir köşeye bırakmayı, geri dönerken almayı düşünüyorum.
Erciyes’e sırt denen hattan tırmanmaya başlıyoruz.
Toplam güzergahımız 4.5 kilometre kadar.
Büyük bölümü dik tırmanışlardan ve zorlu inişlerden ibaret.
Yokuş aşağı inmek bile büyük mesele Erciyes’te.
Volkanik kayalar jilet gibi kesiyor.
Sırt hattının şöyle bir durumu var, yarınlar yokmuşçasına esiyor.
Keskin bir soğuk sürekli sizi zorluyor.
Yanımda eldiven dahi yok.
Dedim ya ben doğa yürüyüşüne geldim buraya.
Kamp yapıp fotoğraf çekerim diye düşündüm.
Neyse ki Sinan Fakir fedakar.
Çift katlı özel eldiveninin en iyi yerini bana veriyor da parmaklarım soğuktan kesilmekten kurtuluyor.
Hörgüç denen bölüme kadar sürekli yavaş yürüyelim diyorum, sürekli mola istiyorum.
Adeta grubun mızıkçısıyım.
Ancak durum şöyle; Sinan abiyle benim çok uzun yıllardır tanışıyoruz ve ben biraz naz yapıyorum.
Grubun diğer üyeleri için Sinan abi kıdemli dağcı, o yüzden pek ağlamıyorlar ona.
Acılarını saklıyorlar.
Bense düz yolda yürüyemeyen bir Barbie edasıyla sürekli dinlenelim diyorum.
Sinan Fakir’i molaya her ikna edişimde grubun yüzünde güller açıyor.
Hörgüç’e vardıktan sonra kramponlarımızı takıyoruz, kazmalarımızı elimize alıyoruz.
Ben ve Alaattin hızlıca kramponlarımızı bağlıyoruz.
Diğerleri biraz gecikince Sinan abi bize yol veriyor, ‘yavaş yavaş ilerleyin’ diyor.
Şöyle düşünün dağın neredeyse ucuna vardınız.
Ayaklarınızın altı uçurum.
Yan tarafınız kar kaplı 70-80 derece bir yamaç.
Tam tepenizde Hörgüç adı verilen kayalık var.
Ve bu mevsimde çok tehlikeli.
Sürekli taş ve kaya düşüyor.
Bu yüzden kramponunu bağlayan kendini kazmasıyla birlikte yamaca atmalı.
Alaattin’le ben yamaca atılıyoruz.
Kazmayı alırken çok para diye üzülmüştüm, neden çok para olduğunu işte tam burada anladım.
O kazma hayatınızın bağlı olduğu tek şey.
Kar erimeye yüz tutmuş ve zayıf.
Öncelikle kazmanızı sap kısmından saplıyorsunuz dibine kadar.
Sonra kendinizi kazmaya doğru çekip kramponlarınızı burnuyla kara saplıyorsunuz.
Bu hareketi yukarı ve sağa doğru yapıyorsunuz.
Mantığını kavradığınızda yapamayacağınız bir şey değil.
Ancak benim adıma büyük bir eksik var.
Ben kazmayı sadece elimle tutuyorum.
Normalde kazmaya güvenlik ipi de takılmalıymış.
Olur da kramponlar kayarsa, yahut elinizde güç biterse filan diye güvenlik ipiyle iş yapıyor ve hayata tutunuyorsunuz.
Benim güvenlik ipim yok.
Buna ek bir de kramponumun teki çözüldü.
Sinan Fakir 20-30 metre altımızda, Hörgüç’ün kar yamacıyla birleştiği yerde bekliyor.
Herkesin krampon bağlamasıyla ilgileniyor.
Biz Alaattin’le ikimiz adeta solo tırmanıştayız.
Aşağı bağırıyorum “krampon çözüldü” diye.
“E o zaman bağla” diye bir ses geri geliyor Sinan abiden.
Bağlayayım da, kar yamacı adeta düz duvar gibi.
İki elimle kazmaya yapışıyorum düşmemek için.
Kramponlarımdan güç alıyorum.
Bir kramponu çıkardım çözüldü diye.
Yamaç beni bekliyor ağzını açmış.
Nasıl bağlayayım?
Mecbursanız bir yolunu buluyorsunuz.
Halbuki güvenlik ipim olsa kendimi salacağım kazmaya, iki elim de boşa çıkacak ve kramponlarımı bağlayacağım.
Ama yok.
Kazmayı bir kolumun altına alıyorum.
Eldivenleri ağzımla tutuyorum.
Titre titreye kramponu bağlıyorum.
Yola devam ediyoruz.
Alaattin’le ben ilerlerken aşağıdaki grup yola devam edip etmemeyi konuşuyor.
Grubun bir kısmı dönüyor.
Biz de zirveye 50 metre mesafede kendimizi kazma ve kramponlarla sabitlemiş bekliyoruz.
Kocaeli Üniversite Dağcılık Kulübü’nden biri mezun 4 arkadaş ve Sinan Fakir yavaş yavaş bizim bulunduğumuz alana doğru gelmeye başlıyor.
Henüz üçüncü dördüncü kazmada bir arkadaşın eli kazmasından kayıyor ve aşağı düşüyor.
10-15 metre kaydıktan sonra şans eseri bir kayaya çarpıyor.
Şansı büyük çünkü kayaya ayakları çarpıyor ve kar erimeye başladığı için sert değil.
Hiçbir hasar almıyor.
Bir anda gözümde helikopterler, kurtarma timleri filan canlanıyor.
Daha sonra o arkadaşı almaya inerken KOÜ mezunu, görece deneyimli dağcı Ali Vurgun aşağı doğru inmeye başlıyor.
Bir anda kramponunu çaktığı karın altı boş çıkıyor.
Kazmayı bırakıyor ve en tehlikeli düşüşlerden birini yaşıyor.
Olduğu yerden geriye doğru devrilip takla atıyor.
Yine çok büyük şans, o da çok büyük bir hasar almadan durabiliyor.
Taşlar düşüyor kafasına.
Kaskı koruyor.
Elleri ile de düşen birkaç kayayı tokatlıyor ki yüzüne çarpmaları an meselesi…
Biz Alaattin’le yukarıda film izler gibi izliyoruz olanları.
Elimizden gelecek hiçbir şey yok çünkü.
Düşenlerde bir şey yok.
Bunu gördükten sonra diğer ekibin yanımıza gelmesini ve kalan 50 metreyi de tırmanmayı bekliyoruz.
Kafile başkanımız Sinan Fakir geri dönme kararı alıyor.
Bir 15-20 dakika Hörgüç’e dönmek için çabalıyoruz Alaattin’le.
Daha sonra Hörgüç’teki kaya düşme tehlikesinden uzaklaşıp kafile ile mola veriyoruz.
Herkes şaşkın.
Hem yaşadığımız ve şans ile hasarsız atlatılan 2 kaza hem de grubun en yorgunu, en çok söyleneni olarak gözüken bendenizin kazma ve kramponla yaptığım zirve şovu var akıllarda…
Bir anlamda rüştümü ispat ettim gruba.
Burada küçük bir itirafta bulunayım, gerçi yazı boyunca anlamışsınızdır…
Büyük bir cahil cesareti ile, sıfır eğitimle katılmıştım Erciyes Zirve denemesine.
Ancak mantık yürüterek karda kazma kullanmayı, kramponla adım atmayı, neler yapmam gerektiğini çözdüm.
Dönüş güzergahını biliyordum.
Sinan abiden izin istedim ve dönüşe geçtim.
Kafiledeki arkadaşlar dinleniyordu.
Zaman zaman kum kayağı yaparak, zaman zaman volkanik kayalarda bir dağ keçisi gibi sekerek kafileden neredeyse 1.5 saat önce vardım kamp alanına.
Tek bir amacım vardı, çadıra girip yatmak ve ayaklarımı uzatıp dinlenmek.
Ben 14.05’te kamp alanındaydım.
16.30’da dönüş için toplanmış ve hazır olacaktık.
2 saat boyunca sadece yattım.
Ayaklarımın altının su toplama sesini dinledim.
Sol diz kapağımın yanışı bir uzun hava gibiydi adeta.
Çadırı topladıktan ve teleferiğe doğru yürüyüşe geçtikten sonra sağ bileğim de eşlik etti onlara.
Çobanini’nden Hisarcık Kapı’ya inerken yol gözümde büyüdü, büyüdü, büyüdü…
Normalde dönüş yolu kısa olur.
Benim için bir ömürdü.
“Bu yolu bunca yükle nasıl çıktım” diye düşündüm.
Hala daha düşünüyorum.
Bugün sabah 4.50’de indik minibüsten.
Yola çıkmadan tartılmıştım, 81,2.
Eve girdiğim gibi uyuya kaldım.
Birkaç saatlik uykunun ardından pazartesi mesaisi başladı zaten.
Uyanınca tartıya çıktım, 79.
Tam 2,2 kiloyu Erciyes’te bırakmıştım.
Öyle bir efor, öyle bir koşturmaymış ardımdaki.
Eminim okurken yoruldunuz, ben neler yaşadım belki biraz yaklaşır düşünceleriniz.
Şöyle bitireyim, teşekkürler Sinan Fakir.
Ben pes etmemeyi öğrendim tekrar.
Artık kendimi amatör bir dağcılık sporcusu sayıyorum.
Bu alanda gelişmek istiyorum.
İyi bir hazırlık yapmak gerekiyor, artık bunu biliyorum.
Ekipmanlar hafiflemeli mesela.
Ve daha pek çok şey.
Minimalist olmayı öğrenmeliyim özetle.
Ki bu benim için çok zorlayıcı olacaktır.
*
Dağcılık sporunu benim gibi dergi sayfalarında görerek yahut Youtube’da birkaç video izleyerek yapabileceğini düşünenlere de bir önerim var; ilk önce sırtınıza bir damacana su alın ve Santral Yokuşu’nu bir kez tırmanın.
Daha sonra bu tırmanışı onlarca kez tekrarlayın.
İşte size çok kolay bir güzergahta çok kolay bir rota dağcılık sporu girişi…
Öyle fotoğraflarda görüldüğü gibi düz, hayal ettiğimiz kadar kolay değil hiçbir şey.
Bir ucundan tutunca anlıyor insan…
Ne mutlu bir ucundan tutabilene, ne mutlu kendi zirvelerini zorlayabilene, ne mutlu pes etmeyene…
YORUMLAR