Ana Sayfa Arama Yazarlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
blank
Uğur Enç

Havuz Medyası!

Sabah güne yoğun başladım.

Devrim Ekim bey ilkokul 4’ü bitiriyor bu sene.

Bugün yıllık için fotoğraf çekimi olacaktı.

Okulun ilk dersi öğretmenden izin aldık.

Saç kestirmeye gideceğiz, bir de güzel fön çektireceğiz.

Sabah 8’de evden çıktım.

Kuaförüm sağ olsun ne dün ne bugün telefonlarıma geri dönmedi.

Randevu alamadık.

Fethiye Caddesi’nden başladım, Eren Camii’ne kadar bildiğim bütün erkek kuaförlerini gezdim.

9’a kadar hiçbir kuaför dükkanı açmamış.

Güç bela 9’da adliyenin orada bir kuaför bulduk.

Aslında bugün bu konuyu yazacaktım.

Bu kentin esnafı neden batıyor, neden batmak zorunda onu anlatacaktım.

Yıllarca dayım elektronik dükkanı işletti.

Genç yaşta rahmetli oldu.

Ben de küçük yaştan itibaren onun yanında çıraklık yaptım.

Çatıya uygu anten bağlamayı, kablo tavası döşemeyi, elektrik hattı çekmeyi onun yanında öğrendim.

Yıllarca dayıma uyuz olduğum bir konu vardı.

Her sabah 8’de dükkanı açardık.

Kartal Elektronik.

50. Yıl İlköğretim Okulu’nun eski yerinde, altındaki Vakıflar’a ait pasajın içindeydi dükkanı.

Her sabah 8’de dükkanı açar toz alır, yerleri silerdik.

Ben uyuz olurdum o saatte dükkana gitmeye.

Dayım, “İş ahlakı bunu gerektirir” derdi.

Lise yıllarımda ise kadın kuaförü olan amcamın yanında çırak olarak çalışmaya başladım.

Saç kesemiyorum ancak çok iyi fön çekerim, saç boyarım…

O da her sabah 8’de dükkanını açardı.

Hatta Kuruçeşme’deki evinden Yahyakaptan’daki dükkanına gitmek için 7.30’da evden çıkardı.

Yine dükkanın tozunu alır, yerleri paspaslardık.

İş ahlakı amcamda da vardı.

Maalesef günümüzde bu esnaflar kalmamış.

İş ahlakı yok.

Bırakın kuaförleri, kahve dükkanları bile 9’a kadar kapalı.

Bu akıl alır gibi değil.

Sonra diyorlar ki neden Starbucks?

Kardeşim insanlar 8.30’da servise başlıyor.

İşe giderken kahve almak isteyen çalışanlar ne yapsın?

Neyse bu konuyu daha detaylı ve uzun uzun yazacaktım.

Gündüz Mevlüt Soysal ve İlker Akşit’le sohbet ediyorduk.

Mevlüt’ün Engin Şahin’e destek verip “Aslında Balkanlar olurdu” diyerek ironi yaptığı yazıyı konuşurken önerisiyle yazı konusunu değiştirme kararı aldım.

Mevlüt hem İlker Akşit’e hem bana, İBB’nin Roma’ya gazetecileri götürmesiyle ilgili ne düşündüğümüzü sordu, “Benim yazıyla dalga geçeceğinize Roma topuna kendiniz girsenize” dedi.

‘Yapamam Mevlüt’ dedim.

‘Ben o topa girersem ağır olur’ dedim.

Ama gün içerisinde içim içimi yedi, dayanamadım.

Bu konuyu yazmak en çok benim hakkım diye düşündüm, yazmak istedim.

*

Ben kahvaltılı basın toplantılarına gittiğimde masadaki yemeği dahi yemem.

Sabah çok erken kalkar ve güne başlarım çünkü.

Bahçe işlerini, Yoda hanımın günlük dışkı ve mama rutinini tamamlar 7.30 gibi bilgisayarın başına otururum.

Ağır alerji krizlerim yoksa iş ahlakım bunu gerektirir.

Haliyle 10’daki kahvaltılı basın toplantısında kahvaltımı çoktan yapmış olurum ve yemem.

Çay da sevmem hiç.

Beni tanıyanlar iyi bilir sürekli kahve içerim.

Kahvemi de evimde demlerim.

Elimde litrelik kahve mataramı yanımda götürürüm.

Bazen dostlar akşam yemeğinde buluşmak ister.

Bir süredir içkiyi çok ama çok azalttım.

Ayda bir içiyorum neredeyse.

İzlediğim kimi gurmeler sayesinde kaliteli viskilere alıştım.

Bu sebeple her içkiyi de içemiyorum.

Lagavulin, Macallan ve kimi zaman da Kamiki, Umiki gibi Japon viskilerini tercih ediyorum.

Yemeğe gideceğim zaman da viskimi yanımda götürdüğüm çoktur.

En son KYÖD Başkanı Uğur Saral gazetecileri terasta ağırladığında bir şişe Macallan’ı hiç etmiştik…

Her yıl 3-4 defa yurtdışına çıkıyorum.

Hem Devrim Ekim’in vizyonu gelişsin diye hem de kimi zaman İsveç’teki ailemi ziyaret etmek için Duty Free’den geçiyorum.

Alkollü içecekleri buralardan ya da seyahat ettiğim ülkelerdeki özel mağazalardan Türkiye fiyatlarının 3’te 1’ine satın alıyorum.

*

Gelelim şimdi yazı konusuna…

Mevlüt’ün topa girin dediği konu İBB’nin 45 gazeteciyi Roma’ya götürmesi.

Lafı dolandırmadan baştan diyeyim, neresinden baksanız rezil bir durum.

Lüks otellerde konaklamalar, belediye bütçesi ile keyif sürmeler doğru değil.

Belediye gazetecileri yurtdışına elbette götürebilir.

Ancak minimum standartlarda, keyfiyete kaçmadan, iş için gerçekleştirilmeli bu seyahatler.

İBB’nin mevcut hareketini bir “iktidarlaşma” olarak görüyorum.

Doğru bulmuyorum.

Ancak bu durumun iktidara yakın bir kesim tarafından sakız edilmesine de anlam veremiyorum.

İktidarın 20 yılda yaptığı lüks ve uçarı davranışları/harcamaları görmezden gelip, yahut çok kısık bir sesle dost ortamında ‘ben de eleştirebiliyorum’ diyebilmek için eleştirip bugün İBB’ye en yüksek perdeden bağırmayı aklım almıyor.

İktidarın her türlü lüksünü, şatafatını, harcamalarını görüp, bilip, bunlara utanmamak sonrasında muhalefetin düştüğü aynı yanlışı bağır çağır eleştirmek…

“Utancı bilerek yaşamak korkunç. Daha korkuncu da var: Utancı bilerekten yaşatmak” der Edip Cansever.

Bugün bu eleştirileri dile getiren iktidar çevrelerinin içinde bulunduğu korkunçluğu anlamam mümkün değil.

Onlar da anlıyor mudur emin değilim.

*

Mevlüt topa girin deyince ona da söyledim.

Ben bu topa girmeyeyim Mevlüt dedim.

Ama dayanamadım işte, bu topa ben de giriyorum…

Topa gireceksem Kocaeli’deki yamyamlardan bahsetmem gerek.

300-500 liraya internet sitesi kurup ben gazeteciyim diye ortada dolananları anlatmam gerek.

İmzalı bir haberi olmadan kahvaltılara, yemekli toplantılara koşturanları yazmam gerek.

Katıldığı kahvaltılı/yemekli programlarda boş boş sorular sorup gerçek gazetecilerin zamanını çalan, bırakın önünde bilgisayar olmasını, kağıt kalemle dahi not almayan, katıldığı kahvaltılı/yemekli programlarda haber yapmak yerine gün içerisinde bir ara hali hazırda gazetecilerin yaptığı haberleri çalarak sitelerine koyanları anlatmam gerek.

Dahası Gazeteciler Cemiyeti’nden bahsetmem gerek.

Tasarruf tedbirleri ile gazetecilerin reklamları kesilirken kılını kıpırdatmayan, ulaşımı, yemeyi, içmeyi sponsorlarla karşılayıp mesire yerlerini gezen, gazetecilerin yaşadığı dertlerle dertlenmeyen, Gazeteciler Cemiyeti yerine ilkokullardaki Gezi Gözlem Kolu davrananları da anlatmam gerek.

İbrahim Karaosmanoğlu’nun adını anmam gerek.

Her programda önüne getirilmesini emrettiği karışık çerez tabaklarından, Amerika seyahatinden, Kocaeli’yi deniz uçağı üssü yapacaklarını iddia ederek gittikleri Maldivlerden ve 15 yıl boyunca bunların hiçbirine ses çıkarmayıp, eleştirmeyip bugün İmamoğlu olayına mal bulmuş mağribi gibi atlayanlardan bahsetmem gerek.

İmamoğlu’nun 45 gazeteciyi Roma’ya götürmesi büyük bir yanlış.

Ancak bu durumu eleştirmek için daha önce iktidarın bize yaşattıklarını da eleştirmiş olmak gerek benim vicdanımda.

Biri taş atacaksa, en günahsız olan atmalı.

Herkes elindeki taşı sessiz yere bırakmalı yani…

“E ama ben gitmedim, ben yapmadım” diyecekler de çıkacaktır şimdi.

İbrahim Karaosmanoğlu döneminde susanların bunu demeye de hakkı yok.

Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır benim lugatımda.

*

Engin ağabey de (Engin Şahin) bu konuda çok gündem olan ironi içerikli bir yazı kaleme aldı.

Yaptığı her eleştiriye katılıyorum.

Eli görüyorum, artıyorum.

Maalesef muhalefet de kendi havuz medyasını yaratıyor.

Gazeteciler 20 yıldır iktidarın havuz medyasını gördü.

İktidar kendisine susan, eleştirmeyen, buna karşılık olarak uçaklarla yurtdışına götürülen, milyonlar aktarılan gazeteciler gördü.

Bu gazeteciler etki alanları sıfırlandı.

Havuz medyasının iktidara bugün zerre faydası kalmadı.

Benzer bir durum içerisine muhalefet düşüyor şimdi.

Kendi mahallesinden seçtiği gazetecilerden havuz medyası oluşturuyor.

Şimdilik bu havuz medyasındaki isimlerin bir etki alanı var.

Bu beslemecilik devam ederse onların da etki alanı sıfırlanacak.

Bakın bizim kentimizdeki havuz yüzücülerine hangisinin ne etkisi var?

Tutmuşlar köşe başlarını kaç kişi okuyor?

En son ne gibi bir gündem belirlemişler, hangi haberi yapmışlar, ne araştırmışlar, ne yazmışlar?

Kahvaltılı/yemekli basın toplantılarında başköşelere kurulmaktan başka ne işe yarıyorlar?

Havuz medyasının kimseye bir faydası olmadı bugüne kadar.

Gazeteciler girdikleri o havuzda hep boğuldu.

Muhalefet bir havuz oluşturma peşindeyse o gazeteciler için idam fermanı olur bu başka da bir şey olmaz.

Daha fazla sulandırmaya, bulandırmaya gerek yok.

*

Mevlüt bugünkü köşesinde Engin ağabey gibi bir ironiyle Selanik’e, Üsküp’e gidilebileceğinden, çok da masraflı olmayacağından bahsetmiş.

İronisi bir yana hiç de fena fikir değil…

Ben geçtiğimiz yaz gittim Selanik’e.

Kesinlikle herkesin görmesi gerek.

Benim ata toprağım Drama’ya da uğranmalı.

Benim yeşil pasaportum var.

Bugün yola çıkalım derseniz bir saat sürmez çantamı hazırlamam.

Bizi herhangi bir belediyenin götürmesine gerek yok.

Mevlüt vize alırsa sözüm olsun bütün masrafları ben karşılayacağım, bir hafta sonu gidip gezelim.

Engin ağabeyi de alalım yanımıza.

İlker de gelsin hatta.

Arabam 4 kişilik.

Daha fazlası için Gazeteciler Cemiyeti sponsor bulsun da bir araç ayarlasın…

*

Bir de Tahir başkanın “Her zaman ihtiyaç olan yere gideriz. Deprem olur Hatay’a, yangın olur Marmaris’e, Sel olur Kastamonu’ya gideriz. Şimdi sırada Gazze var tüm belediye hizmetlerimizle oraya gideceğiz, dilerseniz hep birlikte gideriz!” açıklaması var.

Bugün Gazze’ye girebileceğimizi çok sanmıyorum.

Gazze ile Kocaeli kardeş belediye oldu ama insani yardım bile giremezken bizim oraya girmemiz biraz zor.

Ben bu konuda da açık çağrı yapayım.

Bugün telefon açın 1 saat sonra belediyenin önünde olurum.

Kendi masraflarımı karşılarım.

Kalkalım gidelim Mısır’a, yürüyelim sınır kapısına zorlayalım.

Deneyelim.

Elimizden gelen insani yardımı Gazze’ye götürmeye çalışalım.

Ben varım, buradayım, beni de listeye alın.

Seyahat zamanını da fazla ertelenmesin.

Şenlik yapmaya, eğlenmeye, yemeye içmeye çağırsanız bütün basın koşarak gelir.

Ben zor zamanda da yanınızdayım.

Yardımsa yardım, adımsa adım, Gazze için hazırım…

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ